tekdüze

Bu sabah uyandığımda hiçbir şey farklı değildi. Yine her zamanki gibiydi her şey. Öyle farklı bir güne falan uyanmadım. Her şey o kadar aynıydı ki “acaba dünü mü yaşıyorum” diye düşündüm. Yine her zamanki gibi canım sigara istedi. Yaktım bi tane. Bilgisayarın pavır tuşuna basıp tuvalete gittim. İşedim, sıçtım tuvalette ne yapılması gerekiyorsa yaptım.

Tuvaletten çıktığımda her şey hala aynıydı. Odama girdiğimde bilgisayar bana hangi oturumda açılması gerektiğini sordu. “sen bilirsin” diyecektim ama fazla yüz güz olmak istemedim. “Her zamankinden olsun” dedim, açıldı. Bilgisayarın açılırken çıkardığı ses bile aynıydı. İstesem bu sesi değiştirebilir miyim diye merak ettim ama sonra korktum ne gerek var dedim. Şu teknoloji dünyasında ufacık zevklerimiz için davalık olabileceğimiz geldi aklıma. “Bill Gates nüfuzlu adamdır yakma kendini” diye de telkin verdim kendime. Sonra paranoyam geldi. Web kamerası beni çekiyor mu diye kontrol ettim, emeseni falan kapattım. Baktım böyle olmayacak bilgisayarı tümden kapattım. Bi sigara daha yakıp küllüğe koydum ve banyoya gittim. Saçımı başımı yıkadım adama benzedim. Baktım insan içine çıkmaya hazırım, durmadım. Çıktım dışarı.

Dışarıda hava serindi. Üşütürüm diye korktum hemen ceketimi ilikledim. Ceketimi iliklerken bizim evin çaprazında oturan teyze gördü beni. Ceketimi ona ilikledim sanmış olacak ki gülümsedi. Kendisine saygı duyduğumu zannetti herhalde. Evet ben bir insan olarak o teyzeye saygı duyuyorum ama ceketimi iliklememdeki amacım kendisine olan saygımı göstermek değildi. Neyse varsın öyle bilsin. Ben gocunmam. Sadece gerçekler bilinsin istedim. Sonuçta ortada bir yanlış anlaşılma var. Yanlış anlaşılma demişken, hiç unutmam bi arkadaşım yanlış anlaşılmaları don lastiğine benzetmişti. Bence çok güzel bi benzetme yapmıştı. Manasını tam olarak çözebilmiş değilim ama adam güzel benzetmiş. Bi ara bununla ilgili bi şeyler de karalamak istiyorum. Ama şimdi konuyu dağıldığı yerden toparlamam gerekiyor. Hatırlamanız için söylüyorum en son dışarıdaydım ve teyze bana gülümsüyordu…

Teyzenin gülümsemesine ben de gülümsemeyle karşılık verdim ve köşeyi döndüm. Şimdi beni yaklaşık 1oo metrelik bir sörvayvır parkuru bekliyordu. Bahsettiğim yer kaldırımsız bir yol. Körüklü otobüslerin de geçtiği, hatta geçerken şaka mahiyetinde yayalara aynalarını çarptıkları çift yönlü bir yol. Yola çıkar çıkmaz her gün olduğu gibi benimle aynı yöne giden bir yaya buldum ve onun sağına geçerek kendimi sağlama aldım. Yine her gün olduğu gibi bi süre kurbanımla yan yana yürüdükten sonra işkillenmesin diye ona 1-2 metrelik bir fark attım ve yol bitimine kadar da farkı korudum. Nihayetinde çekpoyint noktasına varmıştım ve kurbanımın hayatta olduğuna emin olduktan sonra her cesur erkek gibi sadece sola bir kez bakmak suretiyle karşıdan karşıya geçtim. İstikamet okuldu.

Okulun kapısına kadar gelmiştim ve hafta içi her gün olduğu gibi bugün de kapı önündeki ajans insanları elime bir broşür tutuşmuşlardı. Broşürü çöpe kadar okudum ama henüz bitmemişken çöpe attım. Ben de isterdim bitirip öyle atmayı ama okumak için çöpün başında durmak çok aptalca geliyordu. Çöpü geçip okuyup bitirdikten sonra broşörü dönüp çöpe atmak ise benim gibi insanlar için ıstırap vericiydi. Kendime böyle işkenceleri yapmayı sevmediğim için o broşürden o an vazgeçtim. ( İşte o an sahip olduklarımdan ne kadar da kolay vazgeçebildiğimi anladım dostlar. Anladım ki sahip olmayı beceremeyen bi insanmışım. Meğer ben bağlanmaya ne kadar da uzakmışım.. )


Bugün artık bir şeyler farklı olmalıydı dostlar. Önce okulda her gün gittiğim yere gitmeyerek başlayabilirim diye düşündüm ama vazgeçtim. Yine oraya gitmeli ve ne değiştireceksem orada değiştirmeliydim. Gerçeklerle yüzleşerek, aynılıkların içinde farklılıkları yakalayacaktım. Oraya gittiğimde kimse yoktu. Düşünmeye başladım. “Hazır kendime bağlanamama teşhisi de koymuşken, büyük bir iç hesaplaşmanın arefesindeyken büyük kararlar alıp bir şeyleri değiştirebilirim” diye düşündüm. Bu sayede bambaşka şeyler yapıp düne meydan okuyabilir, bugünümü farklı kılabilirdim. Ama yapamadım. Bağlanamama hastalığım olmasına rağmen biteviye hayatıma öylesine bağlanmıştım ki farklı şeyler yapmak için karar alamadım. Baksana farklı bir yere bile gidememiştim. Yine aynı yerdeydim. Bir çay alıp oturdum ve çayımı sigaramla süslerken birinin gelip bugünü dünden farklı kılmasını bekledim. İnanır mısınız dostlar hiç kimse gelip bugünümü dünden farklı kılmaya çalışmadı. Elbette gelenler oldu ama gelenler aynı kişilerdi ve dünden bugüne hiç değişmemişlerdi. Selam verme şekilleri bile aynıydı. Selam verme şekillerini geçtim, saçları, sakalları, kıyafetleri hatta sigaralarının markaları bile aynıydı. Kimsenin alnında sivilce çıkmamıştı. Yüz ifadeleri bile aynıydı. Acaba dünya durmuş muydu? Kelebekler ölmüş müydü de kimse değişmemişti? Bilmiyordum. Baktım hiçbir şeyin değişeceği yok terk ettim orayı. 

Nereye gideceğimi bilmiyordum. Bi baktım ki eve gidiyorum. Ayaklarım bana “çok konuşma hadi eve” der gibi yön veriyordu. Sörvayvır parkurunun başlarındaki kahvenin yanından geçiyordum. Kahveden hiçbir ses, efekt, “atsana lan taşı”, “mınasikiym seni mi beklicez arkadaş” falan gelmemesine rağmen kendimi oraya bakmak zorunda hissettim. Neden böyle saçma bir istek belirdi ki içimde diye sorgulayamadan kafamı çevirdim ve baktım. Kahvenin garsonu bir elinde küllük bir elinde bez ile televizyona bakıyordu. Benim baktığımı görünce kafasını bana çevirdi. Bakıştık.. Sonra garson tekrar televizyona baktı ve diğer garsona no looking yaparak “lan bi gün de at yarışı açmayın mınısikiym” dedi. Birden eve gitmekten vazgeçtim. Yolun kenarında bir iki saniye mal gibi durdum. Tam mal gibi durmayayım diye cebimden telefonumu çıkartıp saate bakacaktım ki diğer garsonun sesini duydum. “ kumanda orda amuagoym istemiyosan kanalı değiştir!” diyordu. Döndüm kahveye girdim. Kahve ahalisiyle beraber eski bir türk filmi izledik.

2 yorum yap ulen!:

aguş dedi ki...

tadı damağımda kaldı tekdüze hayatının..ama şu kelime doğrulama yok mu bitsin artık olmasın

Adsız dedi ki...

geçen gün gördüm. elini omzuma koyup carlos da hata yapar bazen dedin, yüzündeki o tebessümle. o an anladım affettiğini! gözümü açtığımda iki damla yaş düşmüştü yastığıma..