eski arkadaşım sedat

     Sedat eski arkadaşım. Mahalleden tanışıyoruz. Ortaokuldan beri aynı mahallede oturduğumuz için geçmişimiz var. Üniversiteyi kazanıp da evden, mahalleden, memleketimden ayrılana kadar ne yaptıysam onunla yapmışımdır. Top oynanacaksa beraber oynamışızdır. Beraber bilardoya gitmiş, ilk sigaramızı beraber içmişiz, ilk kavgamızı beraber etmişizdir. O yüzden Sedat'ın yeri ayrıdır bende. Ama o kadar. Gün gelip ben şehrimden ayrıldığımda Sedat da orada bıraktıklarımdan biriydi. Zaten mahallesini çok severdi. Hiç bir zaman üniversiteye gitmek istemedi. O mahallede köşede takılmalı, mahalleyi korumalıydı. Yoksa mahallelinin hali nice olurdu?
   
     Ben mahalleyi seçmedim. Üniversiteye gittim. Üniversitedeyken Sedat'la sadece telefonda görüşüyorduk. Ancak bu görüşmeler çok sık oluyordu. Neredeyse haftada bir telefonda konuşuyorduk ve bu durum bir süre sonra canımı sıkmaya başlamıştı. Artık aramamaya başladım. Ama Sedat hep aradı. Bi zaman sonra aramaz dedim ama daha da aradı. İşin kötüsü ben aramıyorum diye kızmıyordu da. Sadece bir iki kez "ulan köftehor hep ben mi arıcam? tamam öğrencisin de hiç mi kontörün olmuyo" gibi iyimser cümleler kurdu. Baktım olacak gibi değil, anlaması için sudan bahaneler söylemeye başladım. "Dersler çok yoğun" dedim. "Yanındayım" dedi. Sürekli arayıp derslerimi sordu, çalışıyor muyum diye kontrol etti. "Sevgilim var" dedim. "Nasılmış yengem" dedi, "sakın üzme ha kızı" dedi, "versene az telefonu yengemle tanışiym" dedi. Dedi oğlu dedi. Aramaktan vazgeçmedi.
   
     Alkollü olduğum bir gün yine aradı. Alkol cesaretiyle "Sedat artık görüşmeyelim, beni bir daha arama" dedim. Ana avrat sövüp suratıma kapattı.Telefon kapandıktan sonra yine alkolün verdiği duygusallıkla hüngür hüngür ağladım.Kafamı toparlayınca defalarca aradım, defalarca meşgule attı. Kırmıştım onu. Üzmüştüm, üzülmüştüm. Bu pişmanlıkla 3 gün boyunca aradım. Ya açmadı ya meşgule attı.

-------------------------------------    3 gün sonra     -------------------------------------
  
     Telefon çaldı. Arayan Sedat'tı.Açtım. "Evin önündeyim, aç kapıyı" dedi. Şok olmuştum. Şaka mı yapıyor diye soramadan kapattı telefonu. Pencereden baktığımda elinde bavulla kapının önünde duran Sedat'ı gördüm. Açtım kapıyı ve yukarı çıktı. Elinde bavul falan yoktu ve üstüme atladı. Evet dostlarım atladı. Recep İvedik gibi kucakladı beni. Bu sert kucaklaşmanın ardından enseme bir tokat atarak aşağıdaki bavulunu almamı söyledi. Mecburen indim ve aldım bavulunu. Bavul o kadar ağırdı ki merdivenleri çıkarken nefes nefese kaldım ve bu nefes nefese halimle Sedat'ın uzun bir süre bende kalacağı ihtimalini düşündüm.
   
     Yukarı çıktığımda Sedat çoraplarını çıkarmış, kanepeye uzanmış bir yandan sigarasını içiyor bir yandan da sevgilimle konuşuyordu. "Evi nasıl buldun sen" diyecek oldum. "Dur şimdi! bak yenge bu var ya bu bu, bilardoyu ben öğrettim buna. ne bilardosu ya! ne biliyosa ben öğrettim. bakma arkadaşız ama abilik de yaptım ben buna. kaç defa dayaktan kurtardım be bunu. heyyt be" diye ardı ardına sıraladı. Bu sözlerin asıl dinleyicisi olan sevgilim "ahihi hihihi hihiyt" gibi skimsonik bir gülüşün ardından "ayy çocukluk arkadaşısınız dimi siz? anlatsana başka neler yaptınız bu şapşalla" diyerek Sedat'ın tarafına geçti. Sedat tarafından "be bu" sevgilim tarafından da "şapşal" ilan edilmiştim.
   
     Bir an önce bu duruma müdahale etmeliydim. Hemen oturup muhabbete girdim. Sedat'ın 14 yaşına kadar altına işediğinden, ilkokulu bitirene kadar her gün okula annesiyle gittiğinden bahsettim. Sevgilim yine kikirderken Sedat sinirleniyordu. Doğru yoldayım diye düşünerek Sedat'ı yerdikçe yerdim. Onun ne kadar tırt bir insan olduğunu sevgilime göstermek için sırlarımızı bile anlattım. Sedat'ın 6 sene bir kızı sevip konuşamamasından bahsettim. Sedat bir anda sevgilimin gözünde "çok duygusaaal" oldu. Okula bir gün pijamayla geldiğinden bahsettim "ayy çok şiriiin" oldu. "Yaa bu adam ortaokulda bile kıçını kendi silmezdi, anasını çağırırdı" dedim. "çok tatlı yaa ekiekieki" dedi. "Allah belanı versin lan nesi tatlı? ortaokulda diyorum. mal mısın sen?" dedim. Ayrıldık. Yani o ayrıldı. O, eski sevgilim.
   
     Sedat mı? Sedat eski arkadaşım..

Zaten kitabım sizde, ben size taşınayım


işte o kitap
       Üniversite 3. sınıfta mutlu bir evliliğe imza attık. Tamer'le severek evlenmiştik. Evliliğimizin ilk günleri susuzluk, elektrik kesintileri gibi olumsuzluklar olmasına rağmen mutlu geçiyordu. Diğer evlilere kıyasla daha çok sohbet ediyor, teknolojiyi bir kenara bırakıp birbirimize vakit ayırıyorduk. Derken taa Amerika'lardan yurduna dönüş yapan bir evsizi aldık evimize. Ev bulana kadar misafir ederiz diye düşünüyorduk. Ama öyle olmadı. Günler haftaları, haftalar ayları.. derken, bir buçuk sene Berker'le de evli kaldık. 4 sene öncesinde Tamer'in bir önceki evliliğinde "ev bulana kadar sizde kalayım" bahanesiyle iki kocaman yıl geçirmişti. Adam aynı adam, senaryo aynı senaryoydu. Ama adamın bir bahanesi vardı. Kalacak yeri yoktu ve "ev bulana kadar" gibi bir zaman dilimini öngörüyordu.

       Ev bulamadı. Ama okulu bitince gitti. Berker'e alışmıştık. Gidince biraz hüzünlendik ama bir yandan da tekrar baş başa kaldığımız için seviniyorduk. Ta ki o kitap fuarına gidene kadar. Tamer'le yakın arkadaşımız Sinan'ı da alıp TÜYAP'ın kitap fuarına gittik. Bir yandan kitaplara bakıyor bir yandan da toplum içinde eğlenme ve tanımadığımız insanlarla sohbet etme ritüelimizi gerçekleştiriyorduk. Sinan uzun zamandır büyük argo sözlüğü isimli kitabı aradığını, bulursa alacağını söylüyordu. Buldu ve aldı. Alış-verişimizi de yaptığımız için semtimize dönebilirdik. Toplu taşıma aracında neşemizi katlıyarak semtimize döndük. Bizim ( Tamer'le benim ) evimizi daha yakın olduğundan bize uğrayıp ihtiyaç molası verdikten sonra sitcom hayatımızın bir parçası olan Fellini adlı kafeye gidecektik.

       Eve girdiğimizde Sinan "kitabı size bırakayım şimdi elimde taşımayayım, sonra gelir alırım" gibi bir teklifte bulundu. Düşünmeden kabul ettik. O gün ve ondan sonraki birkaç gün birbirine benzeyen, güzel denilebilecek günlerdi. Tamer vardı, ben vardım, ekmeğimiz aşımız ve de bitmeyen neşemiz vardı. Yalnız! Evde bizim olmayan bir şey vardı. Büyük Argo Sözlüğü. Hemen her akşam rastgele bir sayfasını açıp "aa ponçik; anucuk demekmiş", "aa bak gaftici fethi'nin gaftisi bu demekmiş" deyu kurcaladığımız bu kitap bizim değildi ve beni rahatsız ediyordu. Sinan'a kitabı artık gelip almasının gerektiğini söyledim. "Ya hep işim çıkıyor"larla, "yarın kesin alcam"larla geçiştirdi durdu. "Tamam ben getireyim" dedim, "sen zahmet etme" dedi. Baktım olacak gibi değil, aldım kitabı dayandım kapısına. Zili çaldım, açmadı. "Açmadı" diyorum çünkü eve girdiğini haber vermesi için adam tutmuştum. İstihbaratım sağlamdı. Bu güvenle penceresinin önünde bağırmaya başladım. "Sinan orda olduğunu biliyorum. Aç kapıyı ve şu kitabını al." Cevap gelmiyordu. Kaldırımda oturup bekledim. Birden ağlamaya başladım. Yoldan geçen eli poşetli teyzeler halimi görünce; " kim bilir ne yaptı kızcağıza da şimdi kapısının önünde ağlıyor" gibi hastalıklı bir fikir birliği yaptılar. Durumun sandıkları gibi olmadığını belli etmek için "Sinaaaaaağğğnn" diye ağlayarak bağırdım. Teyzelerden daha teyze olanı "gııız gaymış ya bunnar, püüü reziller bi de aşk yaşıyorlaar" deyince "yanlış anlaşılmalar ve don lastiği" isimli bir kitap yazmak üzerine evin yolunu tuttum.

        Eve geldiğimde Tamer evdeydi. "Naber lan" dedim. Naber'i falan bırakmamı, biraz önce Sinan'ın aradığını ve bize geleceğini söyledi. Noluyo lan demeye kalmadan kapı çalındı, açıldı ve Sinan içeri girdi. Birkaç saniye içinde Sinan kanepedeydi. Bu çok tehlikeliydi. -Kanepe bir evin demirbaşıdır dostlarım. Misafir geldiğinde misafir koltukta, ev sahibi kanepede oturur. Kanepe önemlidir, sahipliktir kanepe.- O kanepede oturan adam bize arsızlık dersi verir gibiydi. Bugüne dek hiçbirimizin oturmadığı kadar rahat oturuyordu kanepemizde. Biz sormadan anlatmaya başladı. Bizimle beraberken iyi vakit geçirdiğini, kafa yapılarımızın çok uyuştuğunu söyledikten sonra neden aynı evde kalmadığımızı sorguladı. "Saçmalama" dedim. "Yahu ne olacak hazır kitabım sizde, ben size taşınaym" dedi.